Bugün: 21.11.2024
“Avuçlarında kaybolan ellerimle babama yapışıp bir yere giderken her zaman başımı kaldırarak gözlerine bakardım. Babamın iki gözü birbirinden farklıydı. Birinde, okyanus derinliğini; diğerindeormanların bütün serinliğini bulurdum. İyi ki farklıydı gözleri ve ben sadece bir yere bakıp durmuyordum. Denizinden sıkılırsam; dağların, ormanların serinliğine sığınırdım. Sadece bir yere bakarsam sıkılabilirdim belki de:monotonluk insanı sıkar çünkü.
İki güzellik de onda birleşmişti. Bazen denizler kadar engin olurken bazen de dağların geçit vermeyen alanları kadar gizemli ve kararlıydı. Ben her iki durumda da babamı severdim. Bana kızdığı zaman da beni sevdiği zaman da onu severdim. Herkesin babası gibi o da ulaşılmaz, o da en güçlü, kimseye yenilmezdi. Onu örnek alırdım hep.”
“Eve her geldiğinde ona, onun bana baktığı gibi bakmaya çalıştım. O, bana sabaha kadar nasıl baktıysa ben de ona öyle endişeyle baktım. Benden memnun olup olmaması endişesiydi bu evliliğimin daha arifesinde onun bakışlarını kendimden uzaklaştırmamalıydım. İlelebet benim üstümde olmalıydı o iki farklı göz tonu tesirini hiç kaybetmeden benim çocukluğumdan çok alıngan ve ondan daha şefkate muhtaçtı babam.”
Bu satırlar Babamın Gözleri adlı öyküden. Öykü, eğitimci ve öykücü M. Mustafa Üftadeoğlu’nun son öykü kitabı Uzayıp Giden Gölgeler’den. Yazarın öykücülük yönüne değinmeden önce eser hakkında kısa bilgiler vermek istiyorum.
Uzayıp Giden Gölgeler, Yükseliş Yayınları arasında, Haziran 2018 tarihinde okurların beğenisine sunulmuş. Gerek kapak tasarımı gerek sağlam ciltlenişi gerekse tertemiz baskısı, gözleri yormayan kitap kâğıdının kullanılmış olması ve dizgisi ile okurların bir solukta severek okuyabileceği bu eserde, 15 (on beş) öyküye yer verilmiş. Öyküleri okuduğunuzda kahramanların çoğunun apartmanınızda, mahallenizde, köyünüzde karşılaşabileceğiniz,kahramanların her biri içimizden biri diyebileceğimiz tiplerden olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim, sizin de böyle düşüneceğinize eminim. Bu rahatlık aslında kitapla okur arasında samimi bir iletişimin kurulmasına vesile olmakta.
O kadarı da kadı kızında bulunur denilebilecek bazı yazım hataları olsa da yazarın kişileri, olayları ve durumları anlatırken kullandığı dil, işin erbabı okura bir hayli tat veriyor. Her kitabın ilk baskısı bir bakıma kontrol nüshası değil midir zaten? Çoğu kitapta görmüşsünüzdür “Gözden geçirilmiş, ikinci baskı..” diye! Bundan dolayı ilk baskısında bazı hatalı yazımların oluşu çok görülmemeli.
Eserde 15 öyküye yer verildiğini söylemiştik. Bu öykülerin isimleri şöyle: Babamın Gözleri, Gökkuşağı Topacım, Kayınbabam, Sabahattin Ağabey, Mısır Tanesi, Sürgün Adam, Bulaşık Makinası, Kuruşu Kuruşuna Aynı, Alyans, Ayrılık Istırap, Rüyayla Gelen Haber, Dut Ağacı, Neydi Eksik Olan, Niyazi Kurtuldu, Hâkim Bey. Görüldüğü üzere öykülerin başlıklarından, onların nasıl bir içeriğe sahip olduğunun ipuçlarını anlamak mümkün.
Öykülerinde insanı, insanlığı, sevgiyi, barışı, yardım etmeyi, yardımlaşmayı, dayanışmayı, yaşatmayı sıklıkla ele alan yazar, bu kitabında yer alan öykülerinde de bu tavrını sürdürmüş. Çalışkan, doğru, dürüst, güvenilir olma, zarafet, kibarlık, nezaket; kötülük düşünmeme, kimseyi rahatsız etmeme, yok etmeme, vb. onun öykü kahramanlarının temel niteliklerinden.
Yazar öykülerinin çoğunda kahraman anlatıcı, birinci tekil kişili anlatımı tercih ediyor. Bu da onun bu öykülerini anı-öykü arası gidip gelen bir nispî gerçeklik yanın oluşmasına sebep oluyor. Bu durum, öykücü için olumlu mu yoksa olumsuz bir durum mu? Bunlar tartışılabilir. Ama tartışılmasına gerek olmayan şu ki bu anlatım dili okurun öyküyle ve öykünün kahramanıyla kendini özdeşleştirmesi bakımından önem arz ediyor.
Her öyküsünde insan farklı bir değeri yaşıyor âdeta. Örneğin, kitabın ilk öyküsü Babamın Gözleri’nde bir babanın evladına ilgisi, gözlerin insan duygularını yansıtan en önemli uzuv oluşu, aile bütünlüğünün önemi, evladının evinde bir babanın rahat etmesine vesile olacak şartların oluşması vb. hususlar ele alınmış.
Gökkuşağı Topacım adlı öyküde ise yazarın çocukluk yıllarında yaşadığı durumların, oyun ve oyuncak kültürümüzün yaşatılmasına dikkat çekilmektedir. Bir çocuğun oyuncağına, topacına sahip çıkması, ona yüklediği anlamın büyükleri tarafından bilinememesi vb. durum çocuk psikolojisiyle birlikte verilmiş.
Kayınbabam öyküsü ise yazarın anı-öykü olarak nitelendirebileceğimiz, kahraman anlatıcı bakış açısı ile birinci kişili olarak anlatılan güzel öykülerden. Kahramanın kayınpederini daha önceden tanıdığı, onun birçok takdir edilecek özelliklere sahip, örnek insan olduğu öykü diliyle anlatılmış.
Sabahattin Ağabey öyküsü de ana kahramanı örnek alınacak kişiliklere sahip tiplerin anlatıldığı metinlerden. Öykünün baş kişisi Sabahattin Ağabey, sabahları erken kalkan, geç kalkanları insan olarak bile görmeyen, oburluğu sevmeyen, yediklerini de iyisinden yiyen, “Karatay hayranı”, uzun boylu bir “adam”dır. Anlatıcı kişiyle arasındaki insani ilişkilerin anlatıldığı güzel öykülerden biri.
Mısır Tanesi öyküsünde ise canlıya değer vermenin, yaşamaya ve yaşatmaya çalışmanın önemi üzerinde durulmuş. Şehir içindeki evlerden birinin balkonundaki çocuğun elinden bir hapishanenin bahçesine düşen mısır tanesini o şartlarda yetiştirmeye çalışan bir mahkûmun başına gelenler öyküleştirilmiş. Öyküde hapishane şartlarında yeşil bir şey yetiştirmenin mümkün olmadığına, kötü yönetildiği takdirde hapishaneye sağlam ve sağlıklı girenlerin ölülerinin çıkabileceğine dikkat çekilmiş. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın, diyen Şeyh Edebalı’nın sözüne zimnen atıfta bulunulmuş.
Dut Ağacı öyküsünde geçmişin ve geçmiş kültürümüzün terk edilmemesi, modern hayat karşısında onların yaşatılması gerektiği dut ağacının diliyle anlatılmış.
Rüyayla Gelen Haber öyküsünde ise rüya ile insanların haberleşebileceği tezi, kurgulanan bir öykü ile anlatılmış. Lisede başarılı öykü yazmasıyla tanınan bir genci, onun öğretmeninin yıllar sonrasında rüya arayıp bulması konu edilmiş.
Hâkim Bey öyküsünde ise insanların hakkında kötü düşünmemek, aksine iyi düşünmek gerektiği, iftira atmanın kötülüğü ve sakıncaları adil ve hakperest bir hâkimin şahsı üzerinde ele alınmış.
Öykücü Üftadeoğlu’nun diğer öyküleri de de merkezinde insanın yer aldığı orijinal metinler. Güzel betimlemelerle zenginleştirilen öykülerin içerisinde elmanın içindeki şeker tadında mesajların yer alması, Üftadeoğlu’nun öykülerini gerçekten farklı kılıyor.
Yükseliş Yayınları arasında çıkan Uzayıp Giden Gölgeler adlı eserini okurlarıma tavsiye ediyor, yazar Üftadeoğlu’nu tebrik ediyorum. Emeklilik hayatında da daha nice güzel eserlere imza atacağına inanıyorum.Bu kıymetli eseri okurlarıyla baş başa bırakıyorum.
M. Mustafa Üftadeoğlu kimdir?
23 Ağustos 1953 tarihinde Kütahya’nın Tavşanlı ilçesinde dünyaya geldi. Yazarın tam adı Mehmet Mustafa Üftadeoğlu’dur. Zaman zaman Üftade imzasını da kullanan yazar,ilkokul ve ortaöğrenimini Tavşanlı'da bitirdi. Yüksek öğrenimini ise Ankara Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun olarak tamamladı. Türkçe ve Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak çeşitli okullarda görev yaptı. Mesleki çalışmalarını ağırlıklı olarak İzmir'de sürdürdü. Öykülerini Türk Dili gibi önemli dergilerde yayımladı. Eserlerinden bazıları:Zaman Kuşları (öykü, 1999), Beyaz Sayfalar(günlük,2002), Köye Gezi (çocuk kitabı, 1998), Bostan ve Gülistan'dan Hikâyeler I (Haz. 2000),Barış'ın Anı Defteri (defter, 2000).Şehrin Ötesindeki Adam(öykü, 2003), Bir Öğretmenin Günlüğü (günlük-kişisel gelişim, 2005), Yokluğunda Buldum Seni (Öykü, 2005),İnsan Yetiştiren Ağaçlar (öykü, 2006), Hac Günlüğü (günlük, 2006), Japon Gelin Makie (roman, 2012),Her İnsan Bir BaşkaKişilik Analizleri (Öykü-analiz, 2013), Büyük Ruhlu Küçükler (Haz. 2014), Çocuktan Yetişkine Yaratıcı Yazarlık (Deneme, kişisel gelişim, 2016), Safire (roman, 2017) ve Uzayıp Giden Gölgeler (öykü, 2018).
Kaynak: http://www.kar360.com/uzayip-giden-golgeler_m974.html?fbclid=IwAR2e082F-3EyY8n6Th7g9TXzZ0hsVtH8rMIS66ApR6Y4928jsVfhl5flQjs